Ay’ın sağlığımız üzerindeki herhangi bir etkisi olup olmadığı konusu, uzun zamandır, bilim dışı kabul edildiği için reddedildi. Ancak yeni kanıtlar, Ay’ın uykumuz ve zihinsel sağlığımız üzerindeki etkilerini yeniden değerlendirme zamanının geldiğini söylüyor.
Herkese Bilim Teknoloji – Rita Urgan -1954’te biyolog Frank Brown, o dönem için pek de fazla bir anlam ifade etmeyen bir keşifte bulunmuştu. İstiridyelerin zaman döngüsündeki davranışlarını araştırırken, bu canlıların günde iki kez deniz yükseldiğinde beslenmek amacıyla kabuklarını açtıklarına tanık oldu. Brown, sadece çevrelerindeki değişikliklere tepki vermediklerini, denizden uzaklaşsalar bile ritmi devam ettireceklerini tahmin ediyordu. Bunu öğrenmek için, New Haven, Connecticut açıklarındaki okyanustan yüzlerce kilometre içeride Illinois, Evanston’daki Northwestern Üniversitesi’ne bir yığın istiridye gönderdi.
Brown, kabuklu deniz hayvanlarını kapalı bir karanlık odada, sıcaklık, basınç, su akımları ve ışık değişimlerinden korunmuş halde tuttu. İlk başta, istiridyeler ritimlerini korudular ve her gün New Haven gelgitleriyle aynı saatte beslendiler. Sonra garip bir şey oldu, beslenme süreleri 3 saat geride kalana kadar kademeli olarak değişti. Önce dehşete kapılan Brown, sonunda istiridyelerin Ay’ın yerel durumuna uyum sağladıklarını anladı. Belirgin bir çevresel ipucu olmamasına rağmen, bu kabuklu deniz ürünleri bir şekilde Ay döngülerini izliyor gibiydi.
Brown, istiridyelerin yanı sıra, insanların ve tüm yaşam biçimlerinin incelikli kozmik işaretlere bağlı olduklarını, metabolizmadan üremeye, tüm biyolojik süreçlerin eşgüdümünde sürekli olarak Ay ve Güneş’in devinimlerinden etkilendiklerini düşünüyordu. Ancak bu düşünceleri bilim çevrelerince inandırıcı bulunmadı ve sahte bilim olarak nitelendirilip rafa kaldırıldı. Ne var ki, günümüzde farklı bilim dallarından elde edilen bulgular Brown’un bu görüşünde haklı olabileceğine işaret ediyor.
Ay’ın yeryüzündeki yaşamı yönlendirdiği inancı binlerce yıl öncesine uzanıyor. Eski Yunan’da kadınların doğurganlığının Ay ile bağlantılı olduğuna inanılıyor, adet döngüsünün yeni ay ile dolunay arasındaki ortalama 29,5 günlük çevrimine eşit bir zaman diliminde yaşandığına dikkat çekiliyordu.
1950 ve 60’larda kronobiyoloji adlı yeni bilim dalının ortaya çıkışıyla birlikte araştırmacıların bir bölümü, başta Güneş ışığı olmak üzere birtakım fiziksel etmenlerin bedendeki biyokimyasal zaman ölçerleri devinime geçirdiği, biyolojik saate odaklandılar. Bu alanda ilk önemli kanıtlar, deneklerin aylarca Güneş yüzü görmeden yaşadıkları, Alman fizyolog Jürgen Aschoff’un deneyinden geldi. Uyuma ve uyanmanın yanı sıra, beden sıcaklığı, salgılama ve dışkılama düzenlerinin gün içinde farklılıklar gösterdiği zaten biliniyordu. Aschoff’un deneyinde bu döngülerin sürdüğü, ancak normalin biraz gerisinde kalındığı görüldü. Aschoff’a göre, Brown yanılmıştı; günlük ritimlerimiz tanımlanmamış kozmik sinyallere tepki vermiyorlardı, öyle olsaydı biyolojik saat kusursuz çalışıyor olurdu. Genelde Güneş ve başka çevresel unsurlarla belirlenen biyolojik saatimiz bağımsız olarak işlevini sürdürebiliyordu.
Kronobiyoloji çalışmaları kapsamında, 1980’lerden bu yana, geribildirim döngülerinden oluşan karmaşık bir ağda birbirlerini düzenleyen proteinleri üreten çeşitli genler belirlendi. Bu da, Güneş’e uyumlu sabit bir gündelik döngü oluşturuyor. Hayvanlara ne zaman beslenip sindireceklerini, koşup uyuyacaklarını söyleyen, bitkilerin geceleri kapanıp gündüzleri açılarak düşmanlardan korunmalarına yardımcı olan bu tür sirkadiyen saatlerin yaşamın tanımlayıcı bir özelliği oldukları artık biliniyor.
Gündoğumu ve günbatımı saatlerindeki değişikliklere uyumlu bu saatler mevsimsel değişimlere de neden oluyorlar. Tıpta Güneş’le uyumsuz yaşamın uykusuzluk, bunalım, obezite, kalp hastalıkları ve kanser gibi sorunlara neden olduğu da biliniyor.
Kronobiyoloji bir araştırma alanı olarak yerini pekiştirirken, Ay’ın sanıldığından çok daha etkili olduğu yönündeki kanıtlar da giderek artıyor. Ay’ın gezegenimiz üzerindeki çekim gücünün okyanusların kabarmasına, kıyı bölgelerinde gel-git olaylarına neden olduğu çoktandır biliniyordu. Ancak şimdi Ay’ın denizlerdeki yaşamı nasıl etkilediği de giderek açıklık kazanıyor.
Yumurta ve spermlerini suya bırakarak üreyen canlı türleri en iyi zamanlama için Ay’ın evrelerinden yararlanırlar. Avustralya Büyük Set Resifi’nde milyonlarca mercan, Ay’ın tetiklediği kitlesel olaylarda, yumurta ve spermleriyle okyanusu pembeye dönüştürürler. Atlantik kıyılarında yaşayan tatarcıklar ancak suyun alçaldığı dönemlerde yetişkin sineklere dönüşürler. Japon kara yengeçleri yavrularını bıraktıkları dağlardan aşağıya inmek için suların yükselmesini beklerler.
Bitkilerde de Ay bağlantılı üreme
2015’te bitkilerde Ay bağlantılı üremenin ilk örneği olarak, kozalaklı bitkilerin akrabası olan Ephedra foemina’nın dolunayda tatlı bir sıvı üreterek böcekleri kendine çektiğine tanık olundu.
Bu etkiler tüm ekosistemleri biçimlendirebiliyordu. 2016’da, Kuzey Buz Denizi’nde Güneş’in olmadığı kış günlerinde planktonların günlük çevrimlerinin Ay’a bağlı olarak 24,8 saate uzadığı görüldü.
Ancak bu canlılar çevresel değişimlere edilgen bir tepki mi veriyorlardı, yoksa kendi içsel Ay saatlerine mi uyuyorlardı? Son birkaç yıldır yapılan araştırmalar Ay’ın çevrimlerinin su canlılarının biyolojisini doğrudan etkilediğini gösteriyor.
İnsanların biyolojik saatini de etkiliyor mu?
Ay’ın insanların biyolojik saatini etkilediği görüşü de hep bir tartışma konusu oldu. Şiddet içeren davranışlar, adet döngüleri ve doğum gibi olayları Ay’a bağlamaya çalışan araştırmalardan karışık sonuçlar elde edilmiş, kimileri “paranormal” olarak niteledikleri bu etkileri araştırmanın anlamsız olduğunu öne sürmüşlerdi.
Ne var ki, Ay döngülerinin moleküler mekanizmalarını araştıran Viyana Üniversitesi’nden Kristin Tessmar-Raible, hayvanlarda balıklardan omurgasızlara uzanan çeşitli örneklere artık tanık olunabildiğinden, bunun insanlar için de söz konusu olmasının hiç de şaşırtıcı olmayacağına dikkat çekiyor. Teksas Üniversitesi’nden Michael Smolensky de bu görüşe katıldığını belirterek, “Daha yeni çalışmalarda Ay’ın etkilerine tanık olunmaması insanların artık çevrelerinden kopuk yaşadıkları için Ay ışığının doğal örüntüleriyle pek karşılaşmamalarından kaynaklanabilir” diyor.
Tartışmayı canlı tutan bir yığın araştırma var. 2019 tarihli bir çalışma Finlandiya’da intihar olaylarının dolunayda arttığını, ancak bunun yalnızca menopoz öncesi kadınlar için geçerli olduğunu ortaya koyuyor. Geçtiğimiz yıl Ay ışığının adet döngülerinin düzenini etkileyebileceğini belirten Alman araştırmacıların yanı sıra, son dönem birkaç araştırma da uyku niteliğinin Ay’ın evrelerine göre farklılıklar gösterdiğine, Yeni ayda uykunun daha kısa süreli ve niteliksiz olduğuna işaret ediyor. Niteliksiz uyku da nöbetleri tetikleyebiliyor, bipolar bozukluk ve şizofreni gibi durumları kızıştırabiliyor.
2018’de ABD Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü uyku araştırmacılarından Thomas Wehr’in bipolar bozukluğu olan kişilerin yıllar boyunca uyku düzenleri ve duygu durumlarını incelediği bir çalışma, duygu durumundaki dalgalanmaların Ay’ın döngüleri ile değişen uyku düzenleri tarafından tetiklendiğini ortaya koyuyordu. Ancak Wehr’in araştırmasındaki etkiler Ay’ın evreleriyle örtüşmediğinden bunların Ay ışığı düzeyindeki değişimlerden çok, gel-git çevrimlerinden kaynaklanması daha olasıydı. Peki, Aschoff ve Wehr’in araştırmalarında insanlar hangi düzeneklerle Ay’ın devinimlerini algılıyor olabilirlerdi? Bu konuda önerilen bir görüş kütle çekimiydi. Kütle çekimindeki belli belirsiz değişikliklerin söz gelimi bitkilerin gelişimini etkilediğine işaret eden birtakım çalışmalar var.
Dünya’nın manyetik alanı
Bir başka olasılık da, 1950’lerde Brown’un öne sürdüğü dünyanın manyetik alanındaki dalgalanmalarla ilintiliydi. Dünya’nın manyetik alanı son derece güçsüzdür; bir buzdolabı magnetinin gücü bile Dünya’nın manyetik gücünün yaklaşık 200 katına eşittir ve Ay’daki dalgalanmalar daha da miniktir. Böylesine minik değişimlerin biyolojik süreçleri etkileyebileceği yönünde bilinen bir düzenek yoktu. Ancak Alman fizikçi Rütger Wever ile birlikte çalışmalarını sürdüren ve bu kez, birinin dünyanın manyetik alanından korunmuş olması dışında, birbirlerine özdeş iki hazneden yararlanan Aschoff, iki hazneden elde edilen sonuçların farklı olduğunu gördü. Dünya’nın manyetik alanından korunmuş olan haznede deneklerin düzenlerinde çok daha ciddi kayma ve değişiklikler söz konusuydu. Sonuçları 1970’lerde yayımlayan Wever, insanların Dünya’nın manyetik alanından etkilendiklerinin ilk kanıtı sayılan bu etkileri “olağanüstü” olarak nitelendiriyordu. Ne var ki, Aschoff kamuoyunda yankı uyandıran kendi araştırmasındaki korunmuş hazneden hiç söz etmediğinden, kronobiyoloji çalışmaları bu deney hiç yapılmamış gibi sürdürüldü.
O tarihten bu yana yapılan çalışmalar hayvanların gözden kaçabilecek denli güçsüz manyetik alanları farklı yollarla duyumsayabildiklerini ortaya koydu. Balıklar manyetik bir alanda yüzerlerken suyun akışını ölçmede jel dolgulu kanal ağlarından yararlanırlarken, kimi bakteriler yönlerini belirlemek için çeşitli canlı türlerinde bulunan minik manyetik kristallerden yararlanıyorlar. Bir başka düzenek de, kriptokromlar adıyla bilinen ışığa duyarlı moleküllerle ilintili olabilir.
Bitkilerde büyüme hızı ve çiçeklenmeden tutun da, kuşlar ve kelebeklerde manyetik yol almaya uzanan çok geniş kapsamlı işlevleri yerine getiren kriptokromlar biyolojik saatleri de etkiliyorlar. Massachusetts Üniversitesi sinir bilimcilerinden Steven Reppert, kral kelebeklerde manyetik duyarlılığın biyolojik saatten bağımsız bir olgu olduğuna dikkat çekiyor. Ancak araştırmalar manyetik alanların çeşitli böcek türlerinde biyolojik saatlerin çevrim sürelerini değiştirdiklerini gösteriyor.
Artık insanların manyetik alanlara duyarlı oldukları yönünde de ipuçları var. 2011’de, kriptokromları işlev göremeyen meyve sineklerine insan kriptokromu yerleştiren Reppert, sineklerin manyetik alandan yararlanarak yeniden yönlerini bulabildiklerine tanık oldu. Öte yandan, Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nden Joseph Kirschvink de geçtiğimiz yıl deneklerin beyinlerindeki elektriksel etkinliğin manyetik alandaki değişimlere tepki verdiğini ortaya koydu. Işık ve sıcaklık gibi çok daha bilinen etkilerin dışında, manyetik alandaki belli belirsiz dalgalanmalar da beden ve beyinlerimizin Ay ve Güneş’in devinimlerine uyum sağlamalarına katkıda bulunuyor olabilir. Hayvanların, en az Güneş denli Ay’ı da içeren zamanlamayla ilgili tüm ipuçlarından yararlandıklarına parmak basan Tessmar-Raible, günümüzde insanların bu konuyu eşeledikçe yeni bulgulara ulaştıklarını belirtiyor.