Esra Eda Gürgen (Delibal) – Çukurova Bülten Haber Merkezi
Kelimeler tane tane beynimde tutsak bir şekilde kurtulmaya çalışıyor ağır ağır. İçimdeki
öfke, kalbimdeki kırıklık ve burukluk acı içinde kıvranmama büyük bir sebep.
İçimdeki öfkeleri susturmaya çalışırken, kalbimdeki yeminleri sustururken beynimdeki hayali, kelimeleri ve sözcükleri betimlemeye çalışırken hayalet gibi geçiyor ömrüm.
Bir sigara külü gibi duygular tek tek ölüyor. Hisler ise sana büyük bir gülümsemeyle veda ediyor, bulutlar sana el sallıyor güneş ise çoktan evine ulaşmış. Karanlık açıyor kollarını gece ise tamamen masumluğu ile göğsünü paylaşıyor seninle.
Kapkaranlık bir odada beynimdeki kelimeler
ışığım olduğu bu sürelerde hiç kimse bilmezken ne hissettiğimi yavaş yavaş kül oluyordum ben. Sahte gülümsemeler mi yoksa gerçek gözyaşları mı bilmiyorum. Sonsuzluğun ötesinde kelimelerimle sözcüklerimle boğuluyorum. Attığım her adım ağır ve korkak. Neden hala korkak ve ürkeğim?
Kendi dünyamı kurdum beynimde, kalbimde diyemiyorum çünkü bu sıralar varlığını fark
etmiyorum bile: Bir ceset kadar sessiz. Aldığın her bir nefes kadar yakın ama sessiz.
Ürkerken hayattan tir tir titreyen bir beden, kaçmak istercesine korkan bir beden. Ruh ise ölü.
Gülüşler gömülmüş gözlerdeki ışık ağır ağır kaybolmuş. Her şey bir sigara dumanı kadar
sisli. Anılar ise ihanet ediyor bugünkü mutluluğa. Bazen kelimelerinle bağırmak istiyorsun. Herkesin içine geçip her şeyin ortasına geçip haykıra haykıra bağırmak istiyorsun. Canın, ruhun, bedenin tir tir titrerken haykırmak istiyorsun.
Buz üstünde yürümek kadar ince bu hayat; Ayağın kaysa hemen düşebileceğin, bir kırıldığı zaman anında dibe batabileceğin.
Dibe düşmüş haykırıyorum suyun içinde. Hiç bağırmaya çalıştınız mı daldığınız anda suya?
Ya da nefes kontrolünüz nefes sorununuz olmasına rağmen zorlasanız da suyun dibinde acıyı hissetmek için ne kadar beklediniz? Boğulmak istediniz mi kendi dünyanızdaki
okyanuslarda? Kendi dünyamda okyanusa düşmüşüm ve kendi denizimde yüzmeyi
bilmiyorum. Hayat bu kadar acımasız işte.
Gece karanlığa hükmetti. Yalnızlığa sarıldı acılarıyla, o kadar acıyordu ki kanayan kalbi.
Paramparça olmuştu, bin defa belki de milyonlarca defa. Yalnızlık açtı kapısını geceye, karanlık kucakladı ölü geceyi. Ölümün dudakları kıvrıldı yukarı doğru. Gece ise can çekişti.
Bir fon müziği gibiydi hayat. Sen sözlerinle yaşamını yaşatıp şarkını çalardın. Ben kendi
şarkımı duyamıyorum. Fon müziği sustu, ölüm güldü. Yaralar ise kan ağladı. Her yer kırık cam
parçaları, hayallerim misali. Gece hıçkırıyor, gece ürküyor, gece ağlıyor. Ama sesi çıkmıyor.
Sessiz sessiz kırılan her bir tarafı gibi kan bahşediyor göz damlalarıyla.
Kefensiz gömüldü gece. İnsanlığa ve sevgiye inanan bir gram tarafı kalmadı. Bedeni yaşıyor ama ruhu ölü. Gülüyor ama gerçek değil. Unuttuğu sandığı gerçekler birden bire geceyi vurdu. Kapıda gördüğü hayalden insanlar yalnızlığın her bir saniyesinde daha çok beynini kurcalıyor. Gecenin başındaki düşünceler tek tek beynini yiyor, kemiriyor. Hiç bir veda can yakmıyor
artık, o son vedadan sonra. Gece ruhuna veda etmişken, siz geceye veda etseniz ne yazar?
Gece ölü, yalnızlık gecenin kapısında. Karanlık ise her şeyden korurcasına sarıyor kollarıyla.
Gece kendini yalnızlığa ve karanlığa teslim ediyor. Ufacık bir ışığa ihtiyaç duyduğu zaman bir ay olduğunu biliyor, ona ulaşamayacak kadar güçsüz. Ayın onu bulmasını ona ışık olmasını diliyor gözünden akan kan damlalarıyla. Gelen kan tadı artarken elindeki ağrı, başındaki ağrı artıyor ve gece ışığını bulamadan gözlerini kapatıyor yalnızlığa…