
Çukurova Bülten Haber Merkezi Genel Yayın Yönetmeni Dr. İ. Sarp Aykurt, Alevilere yönelik katliamlarla beraber tekrar gündeme gelen Ortadoğu’daki süreci Fikir Gazetesi’nde değerlendirdi.
Suriye’de Esad sonrası dönemde iktidara gelen HTŞ’nin kontrol ettiği bölgelerden katliam haberleri gelirken, tüm gözler yeniden Ortadoğu’ya çevrilmiş durumda.
HTŞ yönetiminin Alevi nüfusunun yoğun yaşadığı Lazkiye ve Tartus ile Hama’da çatışmaların sonlandığını duyurmasına karşın, etnik şiddet nedeniyle bölgeden kaçışın sürdüğüne ilişkin görüntüler gelmeye devam ediyor.
Öte yandan bölge ısınır ve tansiyon yükselirken, HTŞ ile SDG arasındaki anlaşmayla birlikte, İsrail başta olmak üzere diğer küresel aktörlerin bölgedeki etkinliği ve Colani hükümetinin meşruiyet arayışı da sürüyor.
Suriye’de yaşanan gelişmeleri gazeteci Çağlar Tekin’e sorduk.
Tekin, yakın coğrafyamızda dinsel ve etnik bazlı ayrışmalar, çatışmalar için Ankara’nın da daha fazla payının olacağı bir döneme girdiğimizi ifade ederken, sürecin İran’ın geriletildiği, İsrail’in rahatladığı ve bu rahatlama sürecinde Ankara’nın daha fazla rol oynamaya niyetlendiği bir konjonktürün anlamını taşıdığını belirtiyor.
Gazeteci Çağlar Tekin’in sorularımıza verdiği yanıtlar şu şekilde:
“İdeoloji, dini motivasyon ve kökler”
Merak edilen soruyu en baştan sormak istiyorum. Suriye’de ne oluyor? Önce Esad yanlısı bazı milislerin HTŞ iktidarına karşı silahlı kalkışma başlattığı haberleri gelmişti ancak ardından Alevilere dönük katliam haberleri de ortaya çıktı. Buradan çıkarılacak anlam ne olabilir?
Suriye’de dinsel ayaklanmaların tarihi pek köklü değil. En son 1970’lerin sonunda başlayıp, özellikle 78-82 arasında ülkede binlerce sivilin katledildiği bir İhvan ayaklanması gerçekleşmiş, kısa sürede bastırılmıştı. Ancak bu ayaklanma ile İhvancıların ve Selefilerin Suriye’ye ne vadettiğinin anlaşılması, cihadizme mesafeyi de artırmıştı. Aradan geçen 40 yılın ardından, bu sefer doğrudan Suriye içinde yer alan güçleri de aşacak, uluslararası bir ortaklıkla Suriye’de ve Ortadoğu’da cihadizm yeniden hortlatıldı. Suriye’ye yönelik cihatçı saldırının yola çıkış sloganı, “Hıristiyanlar Beyrut’a, Aleviler tabuta” oldu. Selefi-Vahabi ideolojinin ardında yatan dini motivasyon da bu köke dayanıyor. 14. yüzyılda yaşayan ve Selefi-Vahabi ideolojinin babası sayılan İbn Temmiyye’den alınan kök, Müslümanlara öncelikli düşmanlarının Aleviler olduğunu işaret eden bir noktada idi.
Bu anlamda da Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren cihatçıların neden Gazze’de soykırım yapan İsrail’e karşı tutum almadıkları anlaşılıyor. Hatta aksine, İsrail’in koruma, silah, tedavi ve doğrudan hava saldırıları ile önlerini boşalttığı, Suriye’nin eski yönetimini hareketsiz bırakacak hamleler yaptığı da bu ideolojik ittifaka dayanıyor.
Yani 80’lerde durdurulan Selefi-Vahabi katliam, 2011’de yeniden harekete geçirildi. 2011’den bu yana yapılan katliamların önünde Suriye Ordusu engel olarak dururken, 2024’ün son ayında Suriye’de yönetimin düşmesi, IŞİD’in Suriye kolu olarak doğrudan dönemin IŞİD lideri Bağdadi’nin talimatı ile kurulan Nusra Cephesi liderliğindeki HTŞ’nin iktidarı ele geçirmesi ile terse döndü. Artık Şam’ın yeni sahipleri, uluslararası desteklerinin de izni/görmezden gelmesi ile Suriye Ordusu adı altında katliama devam etti. Aralık ayından Mart başına kadar hemen her gün çok sayıda insanın katledildiği, çok daha fazlasının alenen aşağılandığı, 50 bin kadar Alevi’nin kamu işlerinden uzaklaştırıldığı ve tamamen gelirsiz ve açlığa bırakıldığı bir dönem anlamına geldi bu değişim. Diğer yandan da ülkelerini uzun süre İsrail saldırılarına karşı koruyan halkın parçası olan Aleviler, İsrail tanklarının Şam’a kadar inmesi, ülkenin güneyini tamamen işgal etmesi ve Şam’ın yeni sahiplerinin buna ilikin hiçbir hamlede bulunmaması gibi ulusal onuru yok eden adımlar da sessizce yürütülen katliama eşlik etti.
“Katliamın en alışılagelen yanı insanların gözaltına alınması ve daha sonra cesetlerinin bulunması şeklinde işliyordu”
HTŞ yetkilileri, cinayetlere ilişkin sorumluluk kabul etmiyor ve ölümlerin kendilerinin sert bırakmasının ardından yaşandığını iddia ediyordu. Yine böyle 19 yaşında bir gencin gözaltına alınmasına ilişkin kararın ardından, gencin yaşadığı Ceble’nin belediye başkanı, çocuğu kendilerinin teslim edip, ifadesinin alınmasının ardından evine götüreceklerini belirtti. Ancak HTŞ’liler bunu reddetti, çocuğu kendilerinin alıp, kendilerinin gözaltı merkezinden serbest bırakacağını duyurdu. Aynı saatlerde HTŞ’liler hemen komşu bölgede “eski Rejim kalıntısı” olduğu iddiası ile bir bebek, annesi ve yaşlı bir adamı katletti. 19 yaşındaki çocuğu teslim almaya geldiklerinde bu cinayetin duyulması ile gerilim yüksekti ve dönüşe geçen HTŞ timi kurulan pusu ile yok edildi. 13 cihatçı öldü.
Yani Aralık ayı başında engelsiz biçimde yükselen katliam süreci, ölmek istemeyenlerin kendilerini koruyan bir adım atmasının ardından çok daha gemiş bir katliam boyutuna taşındı. HTŞ yönetimi, ABD’nin de desteğine sahip olan ve askeri olarak kendilerinden daha güçlü durumda olan SDG’ye, İsrail himayesine giren Dürzilere dokunamazken, güç gösterisi ile iktidarını perçinlemeyi Alevi katliamı ile sağlamayı tercih etti.
“Uzlaşı, sürecin ruhuna oldukça uygun”
Bu durumun yaşanması önceden tahmin edilen bir şey değil miydi? Ek olarak yaşananların HTŞ iktidarına dönük bir meşruiyet krizi yaratması beklenebilir mi sizce? Bunu hem iç hem de dış politika açısından soruyorum.
Evet, Batılı devletlerin ve bölge ülkelerinin aksine, halkların gözünde yaşanan büyük bir itibar kaybı meydana geldi. HTŞ’nin ülkede bütünlüğü sağlayamayacağına yönelik çıkarımlar daha güçlü ifade edilmeye başlandı. Süreç de buraya doğru ilerliyordu. Zaten 11 yıldır savaşta olan, ABD ambargosu ile hızla yoksullaşan, Esad’ın devrilmesinin ardından neredeyse 4 aydır maaşların dahi ödenmediği Suriye’de, zaten halkın gözünde pek de meşru olmayan HTŞ liderliği için büyük bir kırmızı alarm uyarısı anlamı taşıdı bu katliam.
Ancak ABD ve İsrail’in bunu istemediğine ilişkin oldukça kritik bir adım da tam bu esnada meydana geldi. Merkezinde YPG’ nin olduğu SDG’nin lideri Mazlum Kobani, ABD’nin bölge gücü CENTCOM’a bağlı bir generalle Kamışlı’da yaptığı görüşmenin ardından bir ABD helikopteri ile, HTŞ lideri Colani ile buluşturuldu ve HTŞ’ye cansuyu anlamı gelen bir uzlaşı metni imzalandı. Bu imzanın ardından İsrail’in koruma şemsiyesi altında olan Dürziler ile de benzer görüşmelerde bir uzlaşıya varıldığı haberleri geliyor. Buna ilişkin tam bir teyit henüz düşmese de uzlaşı, sürecin ruhuna oldukça uygun.
Askeri operasyonlar gerçekten de sona erdi mi?
HTŞ’nin Savunma Bakanlığı “askeri operasyonlar sona erdi” açıklaması yaptı. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre katledilen sivillerin sayısı da bini geçmiş durumda. Peki, gerçekten de bu katliamların durduğunu öne sürebilir miyiz? Lazkiye, Tartus ya da diğer kentlerdeki Alevi nüfusu ne bekliyor?
HTŞ, askeri operasyonların en azından kent merkezlerinde sona erdiğini duyursa da, sahadan gelen haberler sürecin görece yavaşlamasına rağmen sürdüğünü gösteriyor. Özellikle dağlarda yaşayan Alevilerin durumuna ilişkin kesin bilgilere erişilememekle birlikte, kayıp sayısının çok çok daha fazla olduğunu öngörmek mümkün. Bölgeye gelen BM heyetinde bulunan kimi isimler katledilen insan sayısının 7 bine yaklaştığını iddia ederken, ABD medyası, kendilerine ulaşan ölü sayısına ilişkin rakamın 4 bini aştığını duyurdu. Ancak, cihatçıların pozisyonunu ve Alevi nüfusun dağılımını bilen bir göz için bu rakamlar dahi oldukça iyimser.
Suriye’de dış desteğe sahip olmayan tek grubun Aleviler olduğunu, HTŞ ve iktidarın diğer ortaklarının tarihi Alevi nefretini, HTŞ iktidarını dışarıdan destekleyenlerin benzer nefret güdüsünü göz önüne aldığımızda Aleviler için hiç de kolay olmayan, kanlı bir dönemin daha yoğun bir şekilde yaklaştığını öngörmek, ne yazık ki en gerçekçi yaklaşım gibi duruyor.
“HTŞ liderliği Suriye’ye barış ve huzur değil, süreklileşmiş bir gerilim getirir”
Şu an Suriye’de iktidara yerleşen HTŞ, “birleştirici” bir aktör olarak mı düşünülmüştü? Bu son yaşananlar ele alınacak olursa, birleştirmekten ziyade bunun bir ayrışmaya yol açacağı iddia edilemez mi? Ayrıca birkaç gün önce Mazlum Kobane, “İsrail korumasını görüşüyoruz” dedi. Çünkü biliniyor ki Suriye’de Aleviler, Dürziler, Kürtler “koruma” talep ediyor. Özetle, katliam bölünmeye yol açar mı ve Kürtler, Dürziler gibi halklar yaşananlardan nasıl etkilenir sizce?
HTŞ yönetimi Suriye için bir birleştirici olmaktan öte, İsrail’in tek Arap düşmanı rejiminin yerine, İsrail için sorun oluşturmayacak, İran’ın bölge ile bağlantısını kesecek ve bu anlamda Tahran-Beyrut-Gazze ilişkisini sonlandıracak bir coğrafya yaratması için seçildi. Ancak, bu iktidarın bunu sağlaması da yetmeyecek ve Suriye artık kendisini savunacak araçlardan uzak, birlik görünümünü yitirmiş, dış müdahaleye sürekli olarak açık bir durumda kalması isteniliyor.
Kürtler ile yapılan anlaşmanın doğrudan ABD menşeli olduğunu düşünmek için yeterince işaret mevcut. PYD’nin de Suriye’nin yeni yönetimi içerisinde konumlandırılması, Suriye’nin yaşanabilir bir ülke olmasına ilişkin bir beklentiden öte, İsrail için oluşabilecek riskleri daha da minimize etme amacı taşıyor. Benzer bir uzlaşının kısa süre içerisinde Dürziler ile de gerçekleşmesi mevcut iktidarın korunmasını öngörse de, aynı zamanda Suriye’ye dış müdahale opsiyonunun da korunması anlamı taşıyor. Ayrıca, HTŞ liderliğinin ve ona bağlı, birlikte hareket ettiği güçlerin yaratacağı şeriata ve dine dayalı yönetimin Suriye gibi onlarca etnik ve dini unsurun yaşadığı bir coğrafyaya barış, huzur, istikrar değil, süreklileşmiş bir gerilim getireceğini söylemek de ne yazık ki daha gerçekçi bir bakışın getirisi diyebilirim. Suriye’nin diğer ortadoğu ülkeleri gibi yer altı zenginliğinin olmaması ise, dünya devletlerinin bu kaostan pek de rahatsız olmayacağının işaretlerinden.
SDG-HTŞ anlaşmasının zamanlaması ve olası sonuçları
Kısa süre önce HTŞ’li Cumhurbaşkanı Ahmed Şara (Colani) ile SDG lideri Mazlum Abdi arasında imzalanan anlaşma Suriye Cumhurbaşkanlığı tarafından duyuruldu. Anlaşma SDG’nin Suriye devlet kurumlarına entegrasyonunu öngörüyor. Bu durumun bölge için yaratacağı yeni dinamikler arasında neler var sizce?
SDG-HTŞ anlaşmasının kendisinden daha kritik olan şey zamanlaması. Colani liderliğinin meşruiyetinin ortadan kalktığı, ülke içinde olduğu kadar dışarıdan da sorgulandığı bir dönemde atılan bu adım hayati öneme sahip. Öncelikler bu adımın, ABD ve İsrail’in Suriye’deki iktidar yapısından memnun olduğu anlamı taşıdığı söylenmeli. Ancak ABD desteğini almış olsa da bölge için hala oldukça kritik bir etki yarattığı unutulmamalı. Özellikle HTŞ’nin içinden çıktığı IŞİD’in büyük katliamlar yaptığı Irak gibi ülkeler için önemli bir sorun HTŞ liderliği. İsrail için de her ne kadar düşmanı olan tek Arap devletinin ortadan kalkması, Filistin’i destekleyen ‘Direniş Ekseni’nin en kritik bağlantı noktasının yok olması gibi kritik avantajlar getirse de, Suriye’nin ayağa kalkmasına izin vermeyeceğini hiç gizlemiyor Tel Aviv iktidarı. Orta ve uzun vade için kritik olan bir diğer başlık da İsrail’in Golan Tepelerini, Hermon’u veya diğer adı ile Şeyh Dağını ele geçirmesi. Bu bölge, Ortadoğu’nun en büyük su kaynaklarına sahip. Şimdiye dek Suriye-Ürdün ve İsrail bu su kaynaklarından beslenirken, artık İsrail bu kaynaklara tek başına sahip hale gelmiş oldu. Golan hattında zengin petrol ve doğalgaz kaynakları olduğu da söylenirken, benim buna ilişkin kesin bilgim yok.
Gelişmelerin elbette ki Türkiye’yi de etkileyen bir yanı bulunuyor. Suriye’de Alevi katliamı yaşanırken Türkiye’nin göstereceği tavır önemliydi. Bu konuda sizce doyurucu ya da caydırıcı bir açıklama yapıldı mı? Öte yandan buradaki gelişmeler, Türkiye’deki sürecin en kritik noktada aksaması, hatta bozulması anlamına gelebilir mi? Ne tür bir ilişki kurulabilir sizce?
Ankara’nın tutumu katliamı öncelikle yok saymak oldu. Yok sayamayacağını anladığında, katliama yönelik uluslararası tepki de gelince bu sefer katliamı, “eski rejimin terör atağı” olarak yorumlama yoluna gidildi. Bunun yetmediği yerde de sosyal medya yasakları ve muhtemelen ardından süreci aktaran bizler için bir tutuklama süreci halini alacak.
Süreçten kastınız Bahçeli’nin Ekim ayında yaptığı açıklamalarla kamuoyuna duyurulan PKK’nin silah bırakması süreci ise, bu başlıkta çok sayıda “barış” çıkmasını engelleyecek faktör olmakla birlikte Alevilere yönelik katliam bunlardan birisi değil. Suriye merkezli Kürt hareketi için tabanın itirazları haricinde çok önemsenecek bir anlam taşıyor gibi değil. En azından bir anlamı varsa da bu ABD-İsrail uzlaşısına karşı durulacak bir nitelik taşıyor şu ana kadar gerçekleşenlere bakarsak.
Türkiye içi için de durum buna benzer. Kürt hareketi ile birlikte yürüyen sol, katliama itiraz etse de bunun Erdoğan’ın iktidarını devamını sağlayacak sürece engel teşkil edecek bir boyut kazanmasını beklemek gerçekçi değil. Zaten anlaşma imzalandığı anda Colani ile uzlaşının “ihanet”, “katliama destek” anlamı taşıdığına ilişkin ifadelerin sosyal medya hesaplarından dahi kaldırılması bunu büyük oradan doğruluyor.
“AKP’nin atacağı yeni adımlar, tepki ve direnç ile karşılaşmadıkça daha güçlü bir hal alıyor”
Türkiye’deki demokratik kamuoyu, Suriye’de yaşanan katliam ve diğer gelişmeler karşısında ne kadar etkili? Özellikle bölgesel gelişmeler de söz konusu olduğunda demokratik kamuoyu ne tür bir sorumluluk üstlenmeli?
Türkiye kamuoyu, iktidar-muhalefet ortaklığı ile büyük oranda sokak siyasetinden uzaklaştırıldı. Katliama ilişkin itirazlar olsa da buna karşı ses çıkartacak bir atmosfer de Türkiye için şimdilik pek gerçekçi beklenti özelliği taşımıyor. AKP’nin mezhepçi politikaları, “meclis muhalefetinin dostlar alışverişte görsün” tarzı ve solun geri kalan kısmının güçsüzlüğü ve eylemsizliği, sadece bu başlıkta değil, hemen her alanda itirazları sınırlayacak durumda. Her şeyden önce komşumuzun IŞİD artıklarına terk edilmesine karşı bir hat inşa etmek zorundayız. Bu cihatçı hat, Türkiye içerisinde de cihadist siyasetin zemin bulması ve büyümesi için kritik anlam taşıyor ve ülke için de kritik bir beka sorunu başlığı. Öncelikle Türkiye’de seküler, laiklik bazlı siyasetin güç kazanması gerekiyor, bunun yolu da AKP’nin yarattığı ekonomik ve ideolojik alanla mücadeleden geçiyor. Şimdilik böyle bir hattın kısa sürede örülebileceğine ilişkin işaretler oldukça silik. Ancak bu silik ve sinik pozisyon alımının çok da geleceği yok. Zira bu sessizlik AKP’ye yeni adım atabileceği bir boşluk yaratıyor. AKP’nin atacağı yeni adımlar, tepki ve direnç ile karşılaşmadıkça daha güçlü bir hal alıyor. Ve evet, gerçekçi olacaksak, yanı başımızda süren katliama ilişkin yeterli tepkiyi vermediğimiz oranda, bu karanlık ülkemizde de daha yoğun ve geniş bir alan kaplayacak.
“Ankara’nın da daha fazla payının olacağı bir sürece girdiğimizi söyleyebiliriz”
Son olarak, Suriye coğrafyasındaki son gelişmeler başta Türkiye olmak üzere bölgeyi ve bölgesel siyaseti nasıl etkileyecek? Öngörüleriniz nelerdir?
Ankara için cihadizmin gerilediği dönemin aksine, genişlediği bir coğrafya, daha cesur adımları da teşvik ediyor. Özellikle İsrail’in İran’a yöneleceğine ilişin beklentiler, açıklamalar ışığında Kürt sorununda “barış” denilen sürecin yeni ortak düşmanlar yaratılarak işlevsellik kazanacağını düşünebiliriz.
Colani liderliğinin katliamlarının başlamasının hemen öncesinde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Türkiye dış politikasında pek de yeri olmayan biçimde İran’ı hedef alan açıklamalarını da bu bağlamda okumalı. İran’ın Biden döneminde Körfez ülkeleri ile sağladığı uzlaşı, Şam’ın düşmesi ile terse meylederken, Gazze’deki soykırım sürecinin, Lübnan’a yönelik saldırıların yarattığı tabloya baktığımızda özellikle yakın coğrafyamızda dinsel ve etnik bazlı ayrışmalar, çatışmalar için Ankara’nın da daha fazla payının olacağı sürece girdiğimizi söyleyebiliriz. Bu süreç İran’ın geriletildiği, İsrail’in rahatladığı ve bu rahatlama sürecinde Ankara’nın daha fazla rol oynamaya niyetlendiği bir dönem anlamı da taşıyor.
Eğitimde Maarif Modeli: “Eğitim mi, eğitimsizlik mi, gelecek nereye evriliyor?”