Çukurova Bülten Genel Yayın Yönetmeni Dr. İsmail Sarp Aykurt, Gazete Fikir‘de, Avrupa Kupası’nın siyasi ve toplumsal tarihini konu alan bir yazı kaleme aldı.
Yazının tamamı şu şekilde:
Koskoca bir futbol tarihini irdelemeye çalışmak ve bunu yapmaya yeltenirken “nereden başlamalı?” diye düşünmek gerçekten zorlayıcı duruyor. Futbolun içerisinde özel bir kesidi oluşturan ve ayrıksı duran “şampiyonalar tarihi” ise 4 senede bir gerçekleşen, kendine has özellikleriyle futbolseverler için bir “cazibe merkezi” kimliği taşıyor.
Bir bütün olarak Avrupa kıtasının “savaşlar” dışında “ortaklaşa” yapabildiği ve kolektif bir iradeyle örülmüş, toplumların birbirine dokunduğu etkinliklerinden birisine değindiğimizi de baştan eklemek gerekiyor. Az da değil, turnuvalar ve özel bir başlık olarak Avrupa Futbol Şampiyonası, tarihte asılı durmayı ve bir gelenek olarak sürdürülmeyi başarmış durumda ve bu gelenek, 1960 yılından beri devam ediyor.
Futbolun farklı toplumlarda oynanan veçhelerinin, henüz modernize edilmemiş şekilde icra edilmesinden bu yana, oyunun özünde, futbola bakış açısında ve futbolun beslendiği ideolojik ve sportif aurada ise çok şey değişti. O nedenle farklı yıllarda organize edilen turnuvaların “homojen” olduğunu söyleyecek değiliz.
1960 ile 2024 yılları arasında yalnızca uzun yıllar yok; farklı toplum yapıları, yeni kazanılan özellikler, değişen bakış açıları var ve bir iddia olarak, dayanışma fikrinin ağırlığından, rekabet endüstrisinin tahakkümüne doğru ötelenen uzunca bir yol var burada.
O nedenle, şampiyonanın izlerine baktığımızda, Avrupa’nin siyasi ve toplumsal tarihinden de kimi ipuçlarını yakalamak oldukça güçlü bir ihtimal.
PEKİ FUTBOLA NE OLDU? RÜŞEYM HALİNDEN BUGÜNE NELER DEĞİŞTİ?
İşçi sınıfının bağrında doğan bu spor dalı, keşfedildikçe mülk sahibi, kentsoylu sınıfa ve onun sınıfsal amaçlarına eklemlendi ve işçi sınıfı, “kurucu” unsuru olduğu futbolu “belirleyen” olmaktan gittikçe uzaklaştı.
Bu mesafelenme ve kopma hali, günümüzde doruk noktasına çıkmış durumda.
İyi de nasıl başladık? Önce topun yapıldığı malzemenin “domuz mesanesi” olduğu fikrinden iğrenir olduk, daha sonraysa oyunu yeniden icat ettik ve topun peşinden izdiham oluşturacak kalabalıklarla koşturup dururken, pas yapmayı da öğrendik. Tekmeleme, top sürme vb. vardı ama gol atmayınca olmazdı. Gol atma fikrini ilk kez bir oyun yazarı olan John Day’in “Bethnal Green’in Kör Dilencisi” adlı eserinde keşfettik.
Ancak bu oyun, yalnızca Avrupa’da değil, dünyanın muhtelif yerlerinde, benzer saiklerle oynanmaya çalışılan bir haldeydi ve bir mit ya da efsaneyi andırır gibi farklı fikirlerle hemhal olmuştu.
Eski Çin ve Japonya’da oynanan Çinlilerin “ts’u kü” adlı oyunu, Japonların “güneş topu”, Mayaların, Azteklerin ve diğer Orta Amerikalı kavimlerin oynadıkları bugünkü futbola benzer oyunlar, Kızılderililerin şişirilmiş bir topla, ellerini değdirmeden, deri eldiven giyerek ve kıçlarıyla oynadıkları oyun, Ortaçağ’da Fransızların “soule”oyunu, Türklerin tepüğü, İtalyanların calcio’su derken, bırakın genel bir turnuvayı, oyunu “standart” bir şekilde nasıl oynayacağımızı bile öğrenememiştik.
Ee, bu farklı halleriyle geniş ölçekte bir turnuvaya da dönüştürecek değildik.
Bu nedenle, futbolun “modernleşmesi”, Britanya’da ilk zamanlarda bizim hafiyeliğe ve jurrnaciliğe benzer uygulamalarla terörize edilmesinin ardından, Sanayi Devrimi’nin de itici gücüyle farklı bir çehreye bürünecekti. Yine de kafalar karışıktı. Farklı kurallara yaslanan ve futbola bir “disiplin ve kural” getirmek isteyen Cambridge, Sheffield ya da daha sonra federasyon dediğimiz futbolun ulusal çatı örgütünün kurallar listesi, oyuna müdahale ediyordu.
Sonrasında ise Britanya’nın farklı coğrafyalarındaki tekil federasyonların “International Board” adını alması futbolun tarihsel gelişimindeki kritik uğraklardan birisi olacak; 1904 yılında kurulacak FIFA da bu kurulun etkisi altında kalacaktı.
Zaman ilerlemiş, futbolun “kurumsallaşması” hız kazanmıştı.
1960’A DOĞRU: “ÖNCE BİZ VARDIK”
Aslında milli takımlar düzeyinde organize edilen ilk turnuva, Avrupa Şampiyonası da değildi.
Avrupa Futbol Şampiyonası’na henüz zaman olsa da iki dünya savaşını da, birçok siyasi iklimi de yaşayan Kıta Avrupası’nda önemli turnuvalar düzenlendi. Bunlardan ikisi İskandinavya’da ve Balkanlarda organize edilirken, bir diğer önemli futbol turnuvası da Avusturya Futbol Federasyonu Eski Başkanı ve eski hakem Dr. Josef Gerö’nün adına yapılacaktı.
Mesela, 1966 Dünya Kupası zaferinden beri uluslararası bir kupaya ulaşmanın hayalini kuran İngilizler, 1800’lü yılların sonlarında “British Home Championship” organizasyonu yapmışlardı. Yanlarına Britanyalı komşuları İskoçya, Galler ve İrlanda’yı da alarak…
1920’li yıllarda ise Avrupa kıtasında organizasyon olmadığını söyleyemezdik. Bölgesel kalan turnuvalar, topyekün bir şampiyonadan öncelikliydi. Bunlardan birisi olan “Orta Avrupa Kupası” ise dönemin İtalya, Macaristan, Avusturya ve Çekoslovakya gibi seçkin takımlarını bir araya getiriyordu.
Fikir ise 1927 yılında Avusturya futbol takımını zirveye kadar çekip “Das Wunderteam” efsanesini yaratan Hugo Meisl’e aitti.
“Futbolun hayaleti”, Avrupa semalarında dolaşıp durdu, kimi zaman irtifa kaybetse de karşılık hep buldu ve fakat büyük bir turnuva fikri henüz vücut bulmuş değildi. Bu fikir ise dönemin Fransa Futbol Federasyonu genel sekreteri ve FIFA delegesi olan Henri Delaunay tarafından zikredilecekti. Ancak bu öneri, uzun müddet bekledi, bekletildi ve Avrupa Şampiyonası fikri diğer kıtalardan çok sonra somutluk kazandı.
YENİ BİR FUTBOL FİKRİ: NASIL YOL ALACAĞIZ?
1950’li yılların ortalarındayız.
1954 yılında UEFA kurulmuştu, futbolun şimdilerdeki “endüstriyel” döneminde adeta “tahakküm ve tasallut” örgütü halini alan kurum görevine başlıyordu. Avrupa futbolunda lokal kalan önerileri aşmak adına denenen ilk hamleler ise pek karşılık bulamadı.
UEFA’nın o dönemki 33 üyesinden turnuva için “ret” cevabı verenler olsa da sonrasında 17 takım “Avrupa Uluslar Kupası”na katılmaya karar verdi. Turnuva çift maçlı eliminasyon sistemine göre, deplasmanlı bir şekilde oynanacaktı ve yarı final müsabakaları ise Fransız Henri Delaunay referansıyla Fransa’da yapılacaktı.
“Avrupa Uluslar Kupası” adı verilen turnuvanın ilk organizasyonu bu koşullarda yapıldı. Ancak turnuva az kalsın, beklenen ilgiyi görememesi nedeniyle, başka bir zamana havale edilecekti. Çünkü turnuvaya eleme turları dâhil olmak üzere minimum 16 takımın katılması öngörülmüştü.
Daha önce bahsi geçen ve katılıma direnen ülkelerden Britanya ülkeleri ile İtalya, İsveç ve Federal Almanya turnuva dışında kalsa da kısa zaman içerisinde katılımcı ülkeler arasındaki eşleşmeler belirlendi.
Kura çekimi, o sıralarda 1958 Dünya Kupası oynanırken yapıldığından pek rağbet görmedi. Ancak Avrupa futbolunun en büyük turnuvası artık olgunlaşma yoluna girmişti.
1960, şampiyonanın başlangıç yılı olacaktı.
“1960’TAN 2024’E UZUN METRAJLI BİR FUTBOL ÖYKÜSÜ”
O dönemlerde savaşın yaralarını henüz tam olarak sarmış sayılmasa da geçen 15 yıllık periyotta sürekli ileriye doğru yol alan Sovyetler Birliği, Soğuk Savaş döneminin de keskin bir biçimde hissedildiği bir konjonktürde katılacaktı turnuvaya.
Gerçi 1956’daki başarılı deneyim yl gösterici olmuştu. Sovyet futbol takımı, Melbourne Olimpiyatları’nda Yaşin, Ivanov, Streltsov, Simonyan, Ilyin ve Netto gibi bir çok üst düzey futbolcuya sahip kadrosuyla finalde Yugoslavya’yı geçecek ve futbol dünyasına bir mesaj verecekti.
1960’lara ilerleyen süreçte dönemin siyasi atmosferi de oldukça sert ve gerilimliydi. Komünizm karşıtı cephe, Sovyet sosyalizmine karşı bir izolasyon kampanyası da başlatmıştı ve pek tabii futbol da bundan nasibini alıyordu. İlginç bir şekilde, Batı Almanya, İngiltere ve İtalya gibi başroldeki piyasacı ülkeler birer birer turnuvadan çekilmişler, kendilerince bir ‘yalnızlaştırma’ politikası kurgulamışlardı.
Ancak 1960 Avrupa Şampiyonası elemeleri artık başlıyordu.
Sovyetler Birliği bu şartlarda katıldığı turnuvada, eleme turlarında karşılaştığı rakibi Macaristan’ı geçmeyi başardı. İlk maç, 28 Eylül 1958’de oynandı. Moskova Lenin Stadyumu’nda 100 bin kişinin izlediği maç şampiyona tarihinin ilk karşılaşması olarak tarihe geçti.
Sovyetler Birliği maça hızlı başladı ve Ilyin’in attığı golle öne geçti. 20. dakikada Slava Metreveli ve 32. dakikada ise bu kez Ivanov’un attığı goller ile ilk yarı Sovyetler Birliği lehine sona eriyordu. İkinci yarıda Macarların Göröcs ile bulduğu gol, umutları ikinci maça taşıma adına önem kazanmıştı.
İkinci maç ise şaşırtıcı şekilde tam 1 sene sonra oynanacaktı. Ancak güçlü Sovyet takımı, Macaristan’a pek bir fırsat tanımadı ve ikinci maçta, Macaristan’daki 78 bin seyirci önündeki maç Sovyetler lehine 1-0 sona erdi.
Golü atan Yuri Voynov’du. Sovyetler Birliği ilk Avrupa Kupası’nda son sekize kalmayı başarıyordu.
İLK ŞAMPİYONAYA ÖNCE “FRANCO İSPANYASI” DAMGA VURCAKTI
O dönemlerde faşist uygulamalar ile karşı karşıya kalan İspanya, turnuvaya katılan ülkelerden bir tanesiydi. Ülkeyi baskıcı bir diktatörlük ile idare eden Franco, çekilen kurada SSCB ile eşleşilmesi sonrasında “erken final” olarak addedilen maçın oynanmasına karşı bir pozisyona yerleşti.
“Erken final”, hiç oynanmadı. Futbol federasyonları karşılıklı olarak Sovyetler Birliği ve İspanya’da oynanacak maçları bir takvim içerisine yerleştirse de durum değişmedi.
Faşist Franco, kronik Sovyetler Birliği ve sosyalizm alerjisi yüzünden İspanyol takımının işçi sınıfının ülkesine konuk olmasına engel çıkarttı ve turnuvaya faşizmin karanlık gölgesi düşmüş oldu.
Bu durum Sovyetler Birliği’ni hükmen yarı finalist yapacaktı. 1960 Futbol Şampiyonası’nın en yakıcı olaylarından biri de kuşkusuz buydu. Yarı finallere doğrudan çıkan Sovyet takımının rakibi ise Çekoslovakya oldu. Artık yarı final ve final karşılaşmaları önceden planlandığı gibi Fransa’ya nakil olmuştu.
Marsilya’nın ünlü Velodrome Stadı’ndaki maç, Çekoslovakların yoğun baskısı ile başlasa da bu baskıyı kıran, tüm zamanların en iyi kalecisi olduğu kuşku götürmez olan Lev Yaşin oldu ve ataklar, gollük şutlar Yaşin’in eldivenlerinde eriyip, kayboldu.
Özellikle dakikalar 34’ü gösterdiğinde Çekoslovaklar için sirenler çalmaya başladı. Sovyetler, geliştirdikleri sürpriz ataklarla goller buldular. Valentin Ivanov’un önce 34’te, sonra ise 56’da Çekoslovakların direncini kıran golleri ve sonrasında Ponedelnik’in ayağından gelen gol, Sovyet futbol takımının artık finalde olduğunu ilan ediyordu!
1960 FİNALİNİN ADI: SOVYETLER BİRLİĞİ-YUGOSLAVYA
Final için adresin adı Paris, finalın adı ise Sovyetler Birliği-Yugoslavya idi. 1956’daki olimpiyatlardan sonra bir kez daha buluşmuştu bu iki ülke…
Gavril Kaçalin yönetimindeki Sovyet takımında önemli isimler vardı. Lev Yaşin, Givi Çoheli, Anatoli Maslenkin, Yury Voinov, Anatoli Krutikov, Igor Netto, Slava Metreveli, Valentin Bubukin, Mihail Meshi, Valentin Ivanov ve Viktor Ponedelnik gibi isimlerle güçlü bir kadroya sahipti Sovyet takımı.
Yugoslavya da dönemin en istikrarlı kadrolardan birine sahipti. Tirnaniç, Nikoliç ve Lovriç gibi bir teknik ekibe de sahiptiler. Maç, 10 Temmuz 1960 günü tam 17 bin 966 kişinin önünde ve İngiliz hakem Arthur Ellis’in düdük çalması ile başladı.
O dönemdeki tribünler koltuklu değildi ve bu nedenle, stadyumların kapasiteleri de öyle azımsanacak bir noktada sayılamazdı.
Turnuva bu şartlarda oynanacak, kupa ise ilk kez Sovyet futbol takımının ellerinde yükselecekti.
Her turnuvanın olduğu gibi, Avrupa Şampiyonası’nın da ilki unutulmazdı.
2024’E GELENE KADAR: BİR GELENEĞİN GÜNCELLENMESİ
1960’tan bugüne, kesintisiz devam etmeyi beceren bu futbol şöleni, futbolseverler ve spor tarihçileri için hala önemli bir merkez konumunda.
Kimi zaman ülkeler arasındaki siyasi gerilimlerin, kimi zaman ise sürprizlerin damga vurduğu bu görkemli turnuva, futbolun evrimini de gösteren önemli bir gösterge olarak öne çıkıyor.
1976 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Çekoslovak futbolcu Anton Panenka’nın topun altına yaptığı hafif dokunuşla birlikte attığı penaltıyla Alman kaleci Sepp Maier’i mağlup etmesi, futbol terminolojisine yeni bir “teknik ve stil” armağan ederken, 1992’de Danimarka’nın, 2004 yılında ise Yunanistan’ın beklenmedik şampiyonluğunun izleyenleri ve otoriteleri şaşırtması, 1984’te İspanyol kaleci Arconada’nın yaptığı hatayla kupayı Fransızlara armağan etmesi ya da 1988’de total futbolun mucitleri Hollandalıların şampiyonluğu ve Marco Van Basten’in, Sovyet kaleci Dasayev’e attığı unutulmaz gol vb. gibi birçok olay, şampiyonanın kendine özgü tarihinde önemli mihenk taşları arasında hala yer tutuyor.
TÜRKİYE NE DURUMDA?
Türkiye Milli futbol takımı ise 1960 yılında başlayan Avrupa Şampiyonası macerasında, 5 kez turnuvaya dahil oldu ve genel olarak istikrarlı bir performans göstermekten uzak kaldı.
1996, 2008 ve 2016’da Fatih Terim, 2000’de Mustafa Denizli ve 2020’de de Şenol Güneş yönetiminde finallerde sahaya çıkan Türkiye, 1996’da İngiltere’nin düzenlediği finallerde, gruptaki 3 maçını gol atamadan, yenilgiyle tamamlayarak elenirken, 2000 yılında Hollanda ve Belçika’nın ortaklaşa düzenledikleri finallerde gruptan çıksa da çeyrek finalde Portekiz’e yenildi ve turnuvaya veda etti.
Türkiye Milli Takımı, 2004’te Portekiz’de düzenlenen finallere, play-off baraj maçlarında Letonya’ya elenerek katılamazken, Fatih Terim yönetiminde katıldığı EURO 2008’de ise büyük bir başarıya imza atarak, yarı finale kadar yükseldi. Almanya’ya yarı finalde 3-2 yenilen Türkiye, Avrupa Şampiyonaları tarihindeki en iyi dereceye imza atıyordu.
2016’da Fransa’da düzenlenen turnuvada ise grup maçlarını 3 puanla 3. sırada tamamlayarak elenen Türkiye, “istikrarsız” görüntüsüne halel getirmeyecekti.
Öte yandan Türkiye, 11 ülkenin ev sahipliğinde düzenlenen EURO 2020’de de beklentilerin uzağında kalıyor, Covid-19 salgını nedeniyle bir yıl ertelenen organizasyonda İtalya, İsviçre ve Galler ile mücadele sonrasında, 3 maçını da kaybediyordu. Kalesinde 8 gol gören Türkiye yalnızca tek golle turnuvaya grup aşamasında veda etti.
2024’te ise doğrudan finallere giden Türkiye, bu kez istikrarsız grafiğini ve makus talihini alt etmenin yollarını arayacak.
Şampiyona, doğal favorileriyle, sürprizleriyle ve ortaya çıkardığı enerjiyle yine tarihte özel bir yer alacak gibi görünüyor. Kapitalizmin en popüler spor dalı futbolun, Avrupa sahnesine yeniden çıkışı, sadece Avrupa’da değil, dünyanın birçok yerinde takip ediliyor olacak ve tarihe yeni izler bırakacak.
Peki ya estetik ve temaşa? Onu biraz da izleyenlerin ve icra edenlerin kolektif birliği tayin edecek.