Olcay Aytürk (Çukurova Bülten – Adana)
Türkiye kamuoyu, Halil Umut Meler’ e atılan yumruğun yankılarını konuşuyor. FIFA kokartlı hakem Meler’e atılan yumruk futbolun yeniden tartışılmasını ancak bu kez farklı düzlemlerde sorgulanmasını teşvik etti. Buna rağmen liglerin tatil edilmesi “kısa” sürdü. Ayın 19’unda yeniden başlayacak ligler öncesinde nelerin değişeceği ise herkes için soru işareti olmayı sürdürüyor.
Ankaragücü – Çaykur Rizespor maçında (11.12.2023) Hakem Halil Umut Meler’e şiddet uygulanmıştı. Biz de yaşanan olay üzerine Dr. İsmail Sarp Aykurt ile “şiddet unsurunun futbola girmesi hakkında” konuştuk.
Ankaragücü ve Çaykur Rizespor maçında yaşanan şiddet olayını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şiddet olayları Türk futbolu için hiç yabancı bir olgu değil. Bunun temelinde futbol folklorunun zayıflığı yok. Pekala Türkiye’nin de bir futbol kültürü ve geçmişi var. Ancak neden bu durumdayız sorusunun cevabı toplumsal çürümede aranmalı. Peki, toplumsal çürümeyi yaratan nedir? İşte, tüm sorun aslında burada. Hocamız Kurthan Fişek’in sözünü hep hatırlatırım.
Kitabı, ‘Sporun Anatomisi’nde bahseder. “Spor, yapıldığı toplumun tüm çelişki ve özelliklerini olduğu gibi yansıtan bir aynadır” diye… Bu toplumsal çürüme, yanı kendimize aynada bakınca gördüğümüz, dönüştüğümüz şeyden bahsediyorum, sistemsel niteliklerden kaynaklanıyor. Futbol kapitalizmi, futbolun “finansal” aşaması ya da spor olarak diyelim, emperyalizm çağında spor olgusu dediğimiz şey bunun temel nedenidir. Para odaklılık, kazanma duygusunu tek çıkış yolu olarak öne çıkartır ve dışındaki hiç bir şey bizi tatmin olmaz hale getirir. Endüstriyel futbol düzeni futbolun, sporun tüm romantizmini katı bir nakit ilişkisine indirgedikçe bu ilişkiler daha da bozulmaya başladı. Romantizm zaten çoktan öldü, bizim futbolumuz da ölmüştü ancak Halil Umut Meler olayıyla cenaze işlemlerini de tamamlamış olduk. Konu çok uzun, ben küçük girdilerle yetineyim.
İsmail Sarp Aykurt: İletişim Bilimleri Doktoru ve akademisyen, spor yazarı / gazetecisi. Kadir Has Üniversitesi’nde spor gazeteciliği eğitimi aldı. NTVSPOR ile Kadir Has Üniversitesi ortaklaşalığında düzenlenen, Spor Çalışmaları Merkezi “Spor İletişimi” (YÖK tarafından tanınmış spor ve sosyal bilimler alanlarında çalışmalar yapan ilk araştırma merkezidir) programından mezun oldu. 2014 yılından beri birçok mecrada ve yayın organında spor yazıları yazıyor. Aynı zamanda lisanslı basketbol sporcusu ve lisanslı basketbol antrenörü…
Orada olan neydi? Ne olmamalıydı?
Sanırım herkes aynı şeyi gördü. Ülkemizde FIFA kokartlı bir hakem canlı yayında ve tüm Türkiye’nin önünde darp edildi. Bunun konuşulacak bir tarafı yok. Bu durumu sahiplenen varsa, ki var diye biliyoruz onlar bu muhasebeyi yapmalılar. Ama ben başka bir şey diyeceğim. Bu durumun yeni olduğunu mu düşünüyoruz? Kimi gazeteciler, spor yorumcuları bunu ‘rezil olduk’ diye duyurdular.
Doğrudur, rezil olduk. Peki ilk kez mi oluyoruz? Amatör şubelerde neler oluyor, amatör maçları yöneten hakemler ne durumda diye soran var mı? Kadın hakemlerimiz neden maç alamıyor yeterince? Ya da neden kadın hakemimiz yetişmiyor? Dünyada az meslek, her hafta ve bu ölçüde sorgulanabilir, aşağılanabilir… Aldığın her karar karşıtını yaratıyor ve son tahlilde suçluluk hakemin oluyor. Bu çirkin fotoğrafı yaratan kapitalist futbol düzeninin aktörleri ve o ağızlarından düşürmedikleri ‘paydaşlarıdır’. İşgal edilen spor kurumlarında yer alan, spordan zerre anlamayan, sporu para aklama ve zenginleşme aracı olarak kullanan spor baronları, futbol kapitalizminin ‘paydaşları’ olarak pazarlanıyor bize. Orada olan onlardır, yumruğu atan da yerde tekmeleyen de, sonrasında destek tezahüratı yapan da… Olmayan ise sporun kendisidir.
Yaşanan bu olayın asıl nedenleri nedir? Arka planında nasıl bir süreç, olay örgüsü vardır?
Dediğim gibi asıl neden, sporu spor olmaktan çıkaran endüstriyel futbol düzenidir. Şiddeti yaratan etkenler bu düzen içinde cirit atıyor. Olay sadece hakem olayı değil. Futbolcu olmak bu yapıda bir ‘kurtuluş yolu’ ilan ediliyor, sonuçlar, mağlubiyetler hep ‘hakem’ üzerinden açıklanıyor. Spor yapma gibi bir dert yok, toplumcu bir saikle zaten hareket edilmiyor. Anca ‘Biz voleybol ülkesiyiz’ diye sloganlar yer kaplıyor çevrede. Ne futbol ne de voleybol ülkesiyiz zaten. Arka plan açık. Görmek istemediklerimiz var orada.
Futbol, kapitalizmin en popüler ve sisteme insanları en çok bağlayabilecek ürünü. Böyle değildi, bu hale geldi. Bence zaten futbol ve genel anlamda spor, sistem için kullanışlı bir ideolojik müdahale aracı. Yani, meşrulaştırıcı bir ideolojik aygıt. Ama bu halde diye, takip etmeyecek değiliz. Zaten bunun tersini diyenleri anlamak güç. Biz spor dendiğinde ‘maç izlemekten’ bahsetmiyoruz. Bir şeyi, onun ipliğini pazara çıkarmak için de takip edersin, onu arındırmak için de… Keza takip etmeliyiz ki en küçük amatör unsurundan en yukarısına yani FIFA’ya kadar olan para akışını, mafyatik yapısını, çirkinliklerini görebilelim. Ben yine kolay yolu önermiyorum. Evet, caydırıcı önlemler alınabilir. Ama gördük ki (ki bekliyorduk) TFF Başkanı önce yumrukçu Faruk Koca’yı akladı, sonra da ligler devam edecek mesajı verdi. Neden? Çünkü para akışını kesemezsiniz. Sporun en küçük biriminden en büyük kurumuna kadar bireyselliğin, bencilliğin, gericiliğin ve para merkezliliğin içinde olduğunu tespit etmediğimiz için çözüm de bulamayız. Ayrıca spor kültürümüzün de muazzam bir zayıflıkta olduğunu söylemem lazım.
Şiddeti bu kadar meşrulaştıran bir süreçten, güçten söz edebilir miyiz? Bu olayın bir daha yaşanmaması için neler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Evet, sizce de meşrulaşmamış mı? Yumruğu vuran, ’ama yanlış karardı’ diyor. Daha ne olsun? Hekimlere, işçilere, en başta kadınlara yapılan nedir? Bu cesareti ortaya çıkaran nedenler tasfiye edilmedikçe spor da düzelemez toplumsal yaşam da… İçin için çürüyen bir toplumdayız. Futbol da bir göstergedir. Burada Türkiye’nin spor tarihini anlatacak değilim ancak spor tarihimiz okunmalıdır. Spor, entelektüel ve uzmanlık gerektiren bir alandır zaten. Tek çıkışı yolu endüstriyel sporun toplumsal bir güçle önce örselenmesi sonra da yeni baştan ve toplumcu bir misyonla örgütlenmesiyle mümkün.
Şimdi bu dediğim şayet sizde bir etkide bulunmuyorsa ve benden daha kolaycı bir formül, hap bir çözüm bulmam isteniyorsa o çözüm bende yok. Ben kesin çözümü önermiş olayım. Ama geçici bir şey deniyorsa o yol ezber bir Thatcher tarzı İngiliz modeli değil. Thatcher’ın ne amaçladığını, Heysel ve Hillsborough süreçlerini kendisi ve piyasacı bir amaç için nasıl kullandığını, taraftarlığı nasıl bir misyonla edilgenleştirdiğini bir araştırmayı teklif ediyorum. Thatcherizmin özü; milliyetçilik, özelleştirme ve sağ popülizmdi. Futbolun sermayenin talanına açık ve uygun hala getirilmesiydi. Yani aslında şiddeti besleyen ana arter içinde bu kafa vardı. Ve bu kafa Türkiye’de de var. 1980 öncesine ve sonrasına dönün, 2002 sonrasına bakın, ne dediğim daha iyi anlaşılacaktır.